17 Nisan 2012 Salı

Kılavuz - Bilge Karasu




Bilge Karasu’nun üslubu ve tematik evrenini bir çırpıda açıklamak oldukça güçtür. Dile olan hakimiyeti imzasıdır neredeyse, Karasu’ya ait bir metni altında ismi yazılı olmadan da tanımak mümkündür. Dili belli bir ritm duygusuyla ele alır, ince ince işler sayfalar boyunca. Dolayısıyla bir Karasu metni okumak, tedavülden kalktığını sandığımız ya da belki de hiç duymadığımız sözcüklerle buluşturur bizi. İnanç ve inancın sekteye uğraması, tutku, korku ve ölüm yazarın başat temaları arasındadır. Okuyucuyu bilinçaltına ittikleriyle yüzleştirir sıklıkla, gündelik yaşantının gerçekliğinden kopmaz ama kendine has fantastiğe kayan anlatılar kurgular. Benim de (sanırım pek çok okur gibi) Karasu’nun dünyasını keşfetmem ‘Troya’da Ölüm Vardı’ kitabıyla olmuştu. Söz konusu Bilge Karasu olduğunda gerisi kendiliğinden geliyordu zaten : ‘Göçmüş Kediler Bahçesi’, ‘Gece’, ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’…Burada bahsetmek istediğim ise, tüm eserleriyle organik bağları bulunan, ortak temaları paylaşan fakat tuhaf bir biçimde diğerlerinden bambaşka bir yerde duran ‘Kılavuz’ adlı romanı.

Kılavuz, Uğur adlı bir gencin, bir tatil kasabasında geçirdiği 15 günlük süreyi anlatmaktadır. Gazetede, yaşlı bir adama refakatçi arandığını bildiren bir ilana cevap veren Uğur işe kabul edilir. Kitabın birinci bölümünde Uğur’un gazeteye ilan veren, yaşlı adam’ın akrabası Yılmaz Bey’in evinde geçirdiği ilk gün anlatılır. İkinci ve üçüncü bölümde ise Uğur’un refakatçi olarak gittiği evde geçirdiği son 3 gün anlatılır[1]. Metinde şaşırtıcı olan yazarın favori temalarını farklı bir formatta, neredeyse fantastik, polisiye ve gotik roman geleneğini modernize ederek ve bu ‘tür’leri harmanlayarak ele almasıdır. Roman boyunca okuyucunun gerçeklikle bağları umulmadık anlarda zayıflar, ana karakterin başından geçenler muğlaklaşır.

Bu belirsizlik hissini belli başlı bazı motiflerle pekiştirir yazar. Örneğin evin kedisi Gümüş, Uğur’un gözünde evin akıl sır ermez varlığıdır. Kapılar, pencereler kapalı olduğu halde eve girip çıkan kedi tek tekinsiz motif değildir şüphesiz, Yılmaz Bey’in elini sağ cebinden hiç çıkarmaması, Uğur’un çekmecedeki notlarının yer değiştirmesi ve videokasetin yok olması gibi pek çok gerçeklik duygusunu bulandıran detay mevcuttur metinde [2]. Karakterlerin duyguları ve eylemleri uyku ile uyanıklık arasında bir çizgide salınır ve okuyucuyu da bu rüya/karabasan’a çeker.

Romanın burada görsellerini paylaştığım baskısından da söz etmek gerekiyor. Remzi Kitabevi’nin 90’lı yıllarda Murathan Mungan’ın seçtiği kitapları yayımladığı Çilek Serisi pek çok kitapseverin hala unutmadığı, son derece orijinal ve ilginç metinler basan bir seriydi[3]. Türk okuyucusu bu seri sayesinde John Cheever, Carson McCullers, Patricia Highsmith ve Armistead Maupin gibi yazarlarla tanışmıştı. Kendi adıma son derece okunaklı bulduğum, gözleri yormayan bir yazı karakterinin kullanıldığı bu kitaplar, sade tasarımıyla da dikkat çekiyor. Karasu’nun ‘Kılavuz’u ise serinin ilk kitabı ve bu seçkiye başlamak için doğru bir seçim…Bilge Karasu’yu bilen/bilmeyen herkese önerebileceğim, son derece şaşırtıcı bir metin ‘Kılavuz’…


[1] Moran, Berna. (2007). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3 – Sevgi Soysal’dan Bilge Karasu’ya. (12. baskı). İstanbul : İletişim Yayınları, s. 119.

[2] A.g.e. s. 121-122.

[3] Murathan Mungan takip ettiğim bir yazar değil. Ancak Çilek serisinden yıllar sonra Metis Yayınları için hazırladığı öykü seçkilerini (özellikle ‘Çocuklar ve Büyükleri’ başlıklı olanı) şiddetle tavsiye ederim. (http://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Book/4862)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder